27 Ekim 2010 Çarşamba

yaşasın ergo baby

sonunda karar verebildim ve aldık. Keşke daha erken alsaymışız. Pek iyi oldu. Sabah yürüyüşlerimiz başladı, haftasonu gezintilerimiz keyiflendi. Kuzuyla kalp-kalbe yürüyoruz. Hepimiz çok seviyoruz. Kanguru meselesi ile ilgili çok mesai harcamış biri olarak sadece sevmekle kalmıyor, çok da seviniyorum.

aslında daha çok slinglere merak salmıştım ben. Herhalde Joker mağazasında 3-4 kez denedik. Anne çok hevesli, baba kararsız. Ama Eloş'un tavrı çok net: Kararlı ve hevessiz. Olmadı, rahat edemedi. Sonra bir gün e-bebek mağazasında ergo-baby'i denemek istedim. İyi ki yapmışım. Ela ilginç bir şekilde çok rahat etti, hatta içinden çıkmak istemedi. Şimdi ise özellikle babanın Ergo-Baby'i beline sardığını görür görmez bizimki babanın kucağına atlayıp, pozisyon alıyor. Artık bağlantıyı gayet net kurdu: "Yaşasın dışarı çıkıyoruz!!!"Bakalım ne kadar daha bu şekilde keyifli kullanabileceğiz.

birbirimize sarılıp yürüyoruz, mutluyuz...

bazen de uyuyoruz...

tez bitmedi ama tez bitti...

4 yıllık serüven bitti. Uzun sürdü ama bitti. 2006 yılı Ekiminde kabul edileceğimi hiç düşünmemiştim. Öyle bir mülakattı ki çıkışta kendimi dünyanın en cahil insanı zannediyordum. Bir ara sonuçlara bakmak geldi aklıma. Şaşırdım. 5 kişiyi kabul etmişler, ben de içlerindeyim. Sonra okullu oldum. Derslerine hepsine aynı anda gitmek mümkün değildi. 2 yıla yaydım. Çok zorlandım. Hiç bilmediğim bir alan sanki yabancı bir dil gibiydi. Mezun olmama rağmen hala öyle diyebilirim. Bu yabancı dilin belki başlangıç aşamasını bitirdim diyebilirim. Çok değerli öğretim üyeleri ile tanıştım. Bu kadar çok şey bilip, olgunlukla, müthiş bir tevazu ile konuları bizlere aktarışlarına her seferinde hayran kaldım. Onları gördükçe küçücük şirketlerin içinde (şirket olarak büyük olabilir ama dünya içinde küçücük) işlerine hakimiyeti, dünyaya hakimiyet zanneden insanlara daha bir güler oldum içimden. Haddimi daha çok bilir oldum. Aklımda derslerden kalan uçuş uçuş anektodlar var. Mesela Tarih Sosyolojisi dersinin ilk saatinde - YL'da girdiğim ilk dersti - hoca şu soruyla başlamıştı "tarih yazılır mı, yapılır mı?" Ne güzel bir soruydu. Bu soru benim dahil olduğum yeni dünyaya açılan ilk pencereydi. Ders çıkışı koştur koştur işe giderken ne mutluydum. İşyerine gittiğimde bizimkilere anlattım dersi. Tarihin aslında yapılmadığını, yazıldığını. Boş pozisyonlar, kariyer planları, gidilecek kariyer günleri boğazıma çökmüşken bir nefes oldu bana o dersler. "Hayat sadece yaşadığın yerde değil, bak dışarda da hayat var. Senin yaşadığın hayattan bihaber insanlar, onlarla edilecek değişik sohbetler var" dedi bana her ders.

Aslında ne yalan söyleyeyim sosyoloji gibi dünyayı kapsayan bir alan lisans dışı alandan gelen birine çok fazla bilgi katamıyor. Daha doğrusu o bilgi kalıcı olmuyor. Ön bir hazırlık, temel dersler şart. Yoksa maya tutmuyor. Ama ufkun genişliyor, hayat görüşün zenginleşiyor. Sen zenginleşiyorsun. Ben zenginleştim. Öyle hissediyorum.

YL'a başladığımda mesleki kimliğime bir kaç yıl aradan sonra öğrenci kimliğimi eklemiş oldum. Çok da iyi hissettirdi bu bana. YL sırasında da hem eş, hem de anne oldum. Hayatımın en önemli döneminde eşlik etti bana okulum. Mehmet'in varlığı bana çok destek oldu. Ödevlerimi yaparken bazen benden çok sahiplendi konuları. Bazı haftasonları ödev yapmak zorunda kaldık, başka plan yapamadık. Hatta bir gece ben yattım o çalışmaya devam etti. O geceyi sanırım hiç unutmayacağım.

Velhasıl bitti. Derslerden sonra tez vardı. Ela'dan önce yazabilsem tabi ki daha rahat olacaktı ama hamileyken konsantrasyonumu kaybetmeyeyim, bebeğime konsantre olayım gibi bir tribe girdim. Başlamadım tezi yazmaya. Ela'ya kavuşup, çok zor zamanları atlatıp işe başlayınca hayat biraz daha düzene girdi. Yine hemen başlayamadım. Zihnimi başlamaya hazırlamak bir kaç ayımı aldı. (Başlamak, neden bu kadar zor benim için?) bir gayret, çok şükür bitti. İlginç bir şekilde tez yazdığım dönem bana müthiş bir enerji verdi. Çoğu akşam eve gelip, Eloş'u uyuttuktan sonra tükendiğimi hissediyordum. Tez yazarken Ela'nın uyuması gecenin başlangıcı oldu. Tükenmişlik duygusu yok oldu. Bu durumun etkisi gün içinde de devam etti. Bu olayı düşündüğümde şu sonuca vardım: Bir yolunu bulup kendin için birşeyler yapmalısın. Zihnini, bedenini şarj etmenin yolu bu. Böyle bir yaşayış biçimiyle dengeye bir adım yaklaşılabilir. Yapabilecek miyim bilmiyorum ama hayatımda yarattığı farkı bu kadar açık gördüğüm için çabalayacağım

Öz: Bitti, mutluyum.

11 Ekim 2010 Pazartesi

anne gitti, geldi, çok şükür...

gittim, geldim...

çok şükür...


giderken tek duam zamanın çabuk geçmesiydi. günler bir şekilde geçerdi de, geceler çabuk geçmeliydi. gitmeden önce babayla gece uyanmalarında sürekli denemeler yaptık. Olmadı. Eloş uyandığı gibi meme arıyordu. hatalı ebeveynlik yapmış, her uyandığında onu alıştığı güvenli ortama hiç geciktirmeden kabul etmiştim. Aman ne yalan söyleyeyim hiç de şikayetçi değildim. Ama şimdi anne olmayınca güzel Eloş ne yapacaktı. babayla yaptığımız denemelerde bizimki memeyi bulana kadar gözyaşlarıyla ağlıyor, elimizi, ayağımızı birbirine karıştırıyordu. biberonla önce su, sonra anne sütü vermeyi denedik. ağzına bile almadı. bir şekilde ben odaya girmesem de sanki orada olduğumu biliyor, "hem burdasın, hem beni onunla, bununla uğraştırıyorsun" diye daha da agresifleşiyordu. sonuçta hiç bir denememizde başarıya ulaşmadan gittim buralardan. soğuk, yağmurlu, gri viyana'ya.

ilk gece çok uyandım. her seferinde dualarla uykuya daldım. Babaanne, dede ve haladan oluşan ekip babaya yardım etmek üzere evdeydi. Sabah haberler güzeldi. İlk gece kuzu halasının koynunda uyumuş uyandıktan sonra. İkinci gece güzel Ela herkese bir sürpriz yaparak tüm geceyi uyuyarak geçirmiş. Dede tüm geceyi başında geçirmiş. Sandalye üzerinde nöbet tutmuş. Son gece de anneanne katılmış ekibe ve çok şükür o gece de kazasız belasız atlatılmış. Gündüzler zaten Leyla Teyzemiz sayesinde çok keyifli geçiyordu, yine öyle olmuş. Keyfi hiç bozulmamış.


Karşılaşma anı: Asansörden indim. Ela anneannenin kucağında. Birisi geldiği için sevinçli oluyor genelde. Hareketleniyor, çığlık atıyor. Normalde beni görünce sevinci daha da artıyor. ama bu sefer beni görünce 2dk. kadar hiç epki göstermeden soran gözlerle baktı yüzüme. "Bu önemli biriydi, ama kimdi, neredeydi?" der gibiydi. Bakışları çok etkileyiciydi. Sonra hatırladı, kucağıma geldi, sarıldı, ellerimi bile zor yıkadım ve o gece görüş alanından uzaklaştırmadı küçük kuzu beni.


Sonuç: Allah hiçbir çocuğu annesinden, hiçbir anneyi de çocuğundan ayırmasın