6 Aralık 2012 Perşembe

kuzudan derlemeler

Anneanne, babaanne ve dedeler Büyükada seyahati yaptılar. Kısacık oldu ama pek hoşlarına gitti, mutlu döndüler. Dönerken de Ela'ya bir kaç hediye getirmişler. Hediyelerden biri güzel mi güzel, kızıl saçlı bir bebek. Akşam eve gelince sordum kuzuya:
- Elacım, bebeğine bir isim koydun mu?
- Hıhı, adını Ayşegüm koydum
Akıllıyım ya, çocuğu düzeltiyorum güya
- Ayşegül mü demek istiyorsun Elacım
- Hayır Ayşegül değil, AyşeGÜM onun adı
- Peki...

Nereden aklına geldi bilmiyorum ama harika bir isim olduğunu düşünüyorum. Aferin kuzuya :)

**********************************

Hamilelikle ilgili henüz resmi olarak konuşmadık Ela'yla ama bal gibi anladı, beni idare ediyor bence.
Yemeğe devam edip etmeyeceğimi soran babama şakayla karışık "Hamileyim, haberin yok galiba", dedim. Güya kendi kendine birşeylerle oyalanan Ela kafasını kaldırdı, sanki 20 yaşındaymış gibi "Aaa, hamile misin, anne?" dedi. Ben aptallaştım. Saf saf suratına bakıp ne diyeceğimi düşünürken kuzu " bebek ne zaman geliyor?" deyip beni iyice şapşirik etti. "Yaza gelecek Elacım" dedim. O da "hmmm" dedi. Konuşma böyle bitti. Henüz üzerinde bir daha konuşmadık.Haftaya Cuma doktora O'nu da götüreceğim. Orada resmi olarak öğrenecek bakalım.

************************************

Ve geçen haftanın bombası. Geçen Cuma İstanbul'a gittim. İstanbul seyahatleri için sabah 06:30da evden çıkıyorum ve Ela sabah uyanığında beni göremiyor. Önceki akşamdan bunu anlatmış olsam da sabahları yoklupum biraz sorun oluyor. Sakinleşene kadar babasını baya zorluyor. Bu seyahatten önce yine konuyu açtım
- Ela'cım, benim yarın çok erken evden çıkmam gerekiyor. Sen sabah uyandığında "Anneeee" diyorsun ya, ben yanına geliyorum. İşte yarın ben olmayacağım, o yüzden sen "babaaa" diye seslen, babanı çağır olur mu?
- Tamam, peki babamla Cailoou seyredebilir miyim?
- (tepki vermemesine üzülsem mi, sevinsem mi bilemedim) tabi dedim, ama sadece bir tane
- tamam, olur dedi
ve uyuduk. Geçe 2.30da bizim odaya doğru yaklaşan bir "anneee" seslenişiyle uyandım. Koridorda karşılaştık. Bir anda karşımda görünce onu sıçramışım. Güldü "ödümüz koptu, di mi?" dedi, güldük.
Meğer çişi gelmiş, uyanmış. İlk kez oldu  bu, şaşırdım. Çişini yaptı, "yatağa git, ben geliyorum" dedim. Gitti, ben elimi yıkarken dönüverdi. Banyodaki tabureye oturdu. Ömrüm boyu unutmak istemediğim şu konuşma gerçekleşti:
- Anne, şimdi ben yarın sabah babamla kalacağım, di mi?
- Evet, annecim
- Peki, babam yarın işe gitmeyecek mi?
- Gidecek annecim, ama teyzen gelene kadar babanla kalacaksın
- Hmm, tamam, anladım
Sonra yattık, uyuduk.
Sabah bir fırtına ki korkunç, ortalık birbirine giriyor. Ben saat tam 06.30da çıkmak üzereyken gözümü kuzuya bir çevirdim ki ne göreyim; herhalde dışardaki gürültüden kalkmış, gözler açılmış, bana bakıyor. Aşağıda taksi de bekliyor.
- "Eyvah" dedim içimden, "şimdi arıza çıkacak."
- "Günaydın Ela'cım" dedim korkarak.
- Günaydın, dedi ve sordu
- Çıkıyor musun, anne?"
- Evet, annecim, çıkıyorum (çok şükür dedim içimden, galiba sorun çıkmayacak)
- Tamam, biz babamla dışarı çıkabilir miyiz?
- Dışarısı çok karanlık annecim ve yağmur yağıyor. İstersen mantonu giyip, balkona çıkabilirsiniz.
- Hmm, tamam. Hava aydınlık olsun, öyle çıkarız dedi
sanki 3 yaşına değil de 13 yaşına girecekmiş gibi.
Yalan yok şimdi, gurur duydum kuzuyla. Hafiften de hüzünlendim, doğruya doğru. .Ama çalışan anne olmanın gerçeği bu işte. Ben hala kabullenmekte zorlanırken bazı şeyleri kuzu aşmış gitmiş haberimiz olmamış...

27 Kasım 2012 Salı

Güneş doğuyor, şimdi yaşamak zamanı


Bir ay önce yanlış alarm geldi. Acaba beklediğimiz geliyor mu? Dedim. Gelmemiş. Gelmediğine üzüldüm. Neye üzülüyorsun? dedi Sezai. Anlatmaya başladım. “O çocuk olunca, hayatımda değiştiremediğim şeyleri değiştireceğim. O çocuk olunca, veremediğim kararları verebileceğim. O çocuk, hayatımda bırakmak istediğim şeyleri bırakmamı sağlayacak, başlamak istediklerime vesile olacak. O çocuk Ela için önemli. Kızım dengesini bulacak. Yaz başında doğması çok iyi, çünkü Ela’yı yaz okuluna başlatacağım, ben onu okula kendim götürebilirim….”
Sonra birden cümlelerimin içindeki “O ÇOCUK” vurgusu beni öyle bir vurdu ki…İstediğim çocuk falan değildi. Tüm isteğim yapamadıklarımı yapabilmek, hayatımı değiştirecek bir vesileydi. Dünyaya gelmesini istediğim zavallı bebeğin meğer ne çok yükü, görevi vardı. Düşüncelerimin hoyratlığı beni susturdu. Mahcup, sustum.
Sonra anladım. Yapmak istediklerimi şu anda yapmak için hiçbir engelim yoktu ki. Gelecek çocukcağız bu engelleri kaldırsın ve ben onları yapayım düşüncesi saçmalığın zirvesiydi.  İkinci çocuk tüm bunları nasıl kolaylaştıracaktı ki, olsa olsa zorlaştırabilirdi. Şu an yapmayan bendim, ilerde yapmazsam sebep yine ben olacaktım. Ya da yapacaksam da yine ben yapacaktım.
O çocuk böyle bir yükün altına elbette girmeyecekti, gelmeyecekti. Çok iyi yaptı, gelmedi.
Ve sonra içimdeki suçluluk, mahcubiyet yerini farklı bir duyguya bıraktı. Kendiliğinden oldu, iyi ki oldu. Gözümün önünde sürekli avuç içi kadar pembe, yumuk yumuk bir surat görmeye; nasıl olduğunu bilmiyorum ama yanağımda onun pespembe yanağının sıcaklığını hissetmeye başladım. Her hissedişimde gözlerim doldu, içim kabardı. Artık “O ÇOCUK” yoktu, pespembe, yumuşak ve sıcacık bir yüz vardı. Bu koşulsuz bir davetti. Yani gelecek olana “istediğim ben, benim hayatım” değil “sen”sin demekti. Gönülden diledim, hala diliyorum o güzel yüzü, sıcaklığını hissetmeyi. Çok şükür, bu koşulsuz davet üzerine yuvamıza katılmayı seçen bir kuzu oldu. İçime yerleşti. Yavaş yavaş büyümekte. Onun varlığını henüz hissedemiyorum ama içimde olduğunu düşündükçe yaşama karşı inancım artıyor. Daha güçlü hissediyorum.
Gel kuzum, sadece yaşamak için gel. Biz güzel bir aileyiz, her şey çok güzel olacak, hiç merak etme…
Hayat güzeldi, seninle daha da güzel olacak. Tamamlanmış olacak, tam olacak…

26 Eylül 2012 Çarşamba

Güzel oku...


Çokça kitap okuyoruz, çokça hikaye anlatıyoruz. Bence biraz fazla tekrara düşüyoruz . Günlük yaşantılardan uydurduğum, bildiği, tanıdığı kişilerin içinde olduğu herhalde 20 çeşit hikaye var. Reytingi çok yüksek olan ise 5-6 tane. “Anne, Sedef salıncağa binmek istiyor, onu anlat” “Şimdi Emre koltuğuna oturmak istemiyor, onu anlat” “şimdi de Atakan’ı oku, bir daha oku”. Benim de hoşuma gidiyor Allah için ama itiraf edeyim sıkılıyorum bazen. Yorgun oluyorum, konuşmak istemiyor oluyorum. Geçen hafta iş çıkışı bir yerde bir şeyler yedik, Ela da yanımızda. Dönüşte yine Atakan istedi. İsteksiz olsam da başladım, okuyorum ama kafam başka yerde. Sonra şu diyalog gerçekleşti:  
Ela:      Anne, güzel oku
Anne:   Güzel okuyorum ya kızım
Ela:      Hayır, gülerek oku, hani evde okuyorsun ya öyle
Anne:  
Şimdi ve burada’ya yine kızı tarafından kolayca döndürülen anne hafif mahçup ama gülümseyerek kitabı okumaya devam eder. Kızının isteklerinin hep bu kadar farkında olmasını ve dile getirmesini dileyerek…

19 Eylül 2012 Çarşamba

hayat degisiyor mu yine, yeniden?

gece niyeyse uykusuz. ictigim 2 cayin da etkisi vardir elbet ama beynim bu gece durmamakta kararli. kafamin ici pek mesgul. durmadan evirip, cevirdigim projelerim, planlarim, Ela, kardesim ve bugun aklima daha da bir belirgin dusen, icimde olduguna dair bir hissimin oldugu, ama olmadigina dair de emarelerin bulundugu ailemizin 4. uyesi. boyle biri ne zaman gercekten var olacak bilmiyorum ama
Allah izin verirse olacak, bunu biliyorum. bu yaziyi boyle bir belirsizlikte yazmak belki guzel zira su anki hissimin dogru oldugunu ogrenirsem sanirim cok da tarafsiz yazamam.
su an halimden oyle memnunum ki...Ela ile super bir donemdeyiz. hayati tam olarak paylasiyoruz. konusuyoruz ki bu muthis bir evrim bence iliskimizde, istedigimiz yere gidiyoruz, evde daha rahat vakit geciriyoruz, hayatimda cok az sinirlama hissediyorum. gaz olayi mazi olali cok oldu, yemek derdimiz cok sukur yok, uyku olayi idare eder, araba koltuguna oturmama diye birsey kalmadi ki bu beni cok rahatlatiyor ve tabi hayli uzun suren emzirme  maceramiz da bitti, rahatladik. en azindan emzirme atletsiz gezmenin ve arada bir de olsa bir kac yudum alkol almanin tadini tekrar alir oldum. hayat gercekten guzel. ve evet galiba ben kasiniyorum ;)
hayatim boyunca kararlarimi duygularim yerine aklima gore verme konusunda cokca antrenmanliyim. bu isi baya iyi yaparim. ama burada aklimi dinleyemiyorum, cunku bu akil isi degil. Ela dogdugunda ilk haftalarda hafiften depresyona girer gibi olmustum. aksam 5 gibi   muthis bir umitsizlik hasil olurdu icime. 'hayatimi nasil mahvettim boyle ben' sorusuyla hungur hungur aglardim. etrafimdakilerin caresizligini ve benim tek bir seyi duymayi bekledigimi hatirliyorrum. 'merak etme, gececek` bu yuzden iste ne zaman yeni dogum yapan biriyle konussam oyle soylerim. bilsin diye. bunu bildigimden herhalde korkularima eslik eden bir cesaret var icimde. hamilelikten hic korkum yok, korkum en cok ilk gunler, haftalar ve ilk 5-6 ay icin. ama gececek nasilsa, nasilsa gunler geciyor, aksam oldugu icin sevinirdim dogum iznindeyken, bir gun daha bitti diye. insan gunler bitsin ister mi? gecen gun omurden geciyor sonucta; ama isterdim. simdi yine oyle olmasindan; yine oyle olmaktan korkuyorum ama kimse demese de artik ben kendime  `merak etme; gececek` diyebilirim.
kendimce tum bunlari gonullu olarak goze almak istememin nedeni basit. `Elanin bir kardesi olsun, hayatta tek olmasin` kardesim olmasindan hep cok memnundum; hala oyleyim. bu duyguyu yasamak buyuk bir sans ve zenginlik. o da yasasin istiyorum. bir de inancim aile icindeki dengenin ikinci cocukla kurulacagi ve bundan en cok ilk cocugun yarar saglayacagi.  gercek dunyaya daha kolay hazirlanacagini dusunuyorum cocuklarin tek olmadiklarinda. sanki aile ici yasanti biraz daha gercekci bir hal kazaniyor ikinci cocukla. Ela her istedigi yapilan bir cocuk degil ama yine de ibremiz hep ondan yana. yapmayi istemedigim sey ise kuzumu erkenden buyutmek. kardesi olsun ama o istedigi surece hep kucuk kalsin istiyorum.
ne olacak onumuzdeki gunlerde bilmiyorum. kafamin ici sanki icinde bolmeleri olan bir dusunce sandigi gibi. sirasi gelen bolmesinden cikiyoor, sonra tekrar giriyor.
`en guzel gunlerimiz henuz yasamadiklarimiz`

6 Eylül 2012 Perşembe

küçük kalpler, kocaman bir acı, büyük haksızlık...

Öyle büyük ki gözümde tutmaya çalıştığım yaşlar, hiç bir faydası olmayacağını bildiğimden midir nedir, içimdeki böğüre böğüre ağlama isteğini tutuyorum haftalardır. ağlamıyorum.sadece  orada burada gözümün içine sığışamayaıp taşan küçük damlalara izin veriyorum, nadiren de yanaklarımdan süzülenlere.
hiç görmediğim, sesini hiç duymadığım bugünlerde 5 yaşına girecek olan, belki de girmiş olan bir küçük kız var kafamda, kalbimde, tüm vücudumda. Annesi - nedenini kimse bilmiyor, anlayamıyor - bu dünyada olmamayı tercih etmiş. Aile annesiz kalıyor nedenini bilmeden. Geride kalan herkes şaşkın, yıkık, kırık, dökük. Annesiz kalan bu kız beni mahvediyor. Baba kim bilir içinde neler yaşıyor, kendi ailesinin yanında yeni bir hayat kurmaya çalışıyor. Kızın saçı beline kadarmış, kesmişler. Artık onları kimse özenle yıkayacak, tarayacak, kurutacak kimse yok. Ondandır. Üzülmüş. Üzülmez mi? Onun kendi acısı O'na yetmez miydi? Ne gerek vardı? Herkes şaşkındır mutlak, kimse mantıklı düşünemiyordur, eminim ama neden kimse bu acının yalnız başına başedilemeyecek kadar büyük olduğunu anlatamıyor? Bir profesyonel destek alınmalı, hayatta bu kadar erken annesiz kalan bu kuzu ve abisi bu acıyla nasıl yaşayacak?
Annemden haber alıyorum, ne oluyor, ne bitiyor diye. İçimi ferahlatacak bir şey duymayı o kadar çok istiyorum ki. Olmuyor, duyamıyorum. Kendime sürekli ilgi alanı, etki alanı ayrımını hatırlatıp duruyorum. Ne yapabilirim? En çok Ela ile beraberken gözyaşlarıma hakim olmakta zorlanıyorum. Kuzu tatlı tatlı nazlanırken, ben sırtını kaşırken, tırnağını keserken, üstünü giydirirken, aklımda hep o kuzu. Saçı kesilirken ağladı mı, yoksa artık hiç bir şey acıtmıyor mu O'nu? Kim dokunuyordur şimdi O'na anne sıcaklığıyla, kim tutuyordur küçük ellerini, gece ağlayarak uyanıyorsa ne oluyordur, en basitinden kim yıkıyordur, yemeğini kim yediriyordur, tüm bunlar annesininki gibi olmayınca O'na ne oluyordur? Küçük bedeniyle, kalbiyle bu acıyı nasıl yaşıyordur? Sanki acısını yaşıyor gibiyim. O'na bir faydası olmadığını bilerek. O'na nasıl bir faydam olabilir bilmeyerek...

28 Ağustos 2012 Salı

Yaz Yazısı

çok zor bekledik biz yazı, çok beklediğimizden herhalde, sanki biraz geç geldi. Kolluklar, simit ve aklınıza gelen envai çeşit deniz nesnesi daha Haziran olmadan ortalıklardaydı.

Derken çok şükür yaz geldi. Evet çok sıcak, ve sıcak çok zor ama ben bugün karar verdim. Ben en çok yazı seviyorum. Kararım kesin :) Gecenin bu vakti, başımı ağrıtmasına rağmen sıcak yüzünden odadaki vantilatörü kapatamıyorum. Ama yine de -yaz çocuğu olduğumdandır belki de - çok seviyorum. Günler uzun, sanki hayat daha çok gibi yazın. Genel bir gevşeklik hali hakim etrafa. Hep bir tatil sohbeti. Gitsen de, gitmesen de.

Evet yaz geldi, ve ne yazık ki bitiyor. Havalar hala sıcak ama bitiyor, anladım ben :( Kendimce en belirgin işaret mağazalarda sonbahar kolaksiyonlarının satışa çıkmış olması. Durun Allah aşkına, ben daha yeni havaya girmiştim. Ne olur biraz daha bekleseniz...Ama onlar ne yapsın, işte Eylül geldi. Aklı tatilin son günlerinde kalmış, bıraksan koşarak tatile geri dönecek ama işe başlamak zorunda kalan biri gibi Eylül. Bu yüzden biraz hüzünlü, aklı karışık.

Biz bu sene Temmuz'da piyangodan bir Ayvalık tatili yaptık. Nedense pek sevmezdim ben Ayvalığı. Oysa sadece bir kez görmüştüm. Bu sefer fikrim değişti. Meğer ne güzelmiş deniz Ayvalık'ta. Sabah 07:00de çarşaf gibi denize girmek, kumsalda koşmak, eve gidip kahvaltı yapmak, sonra yine deniz. Uzunca bir süredir uyumadığım, pek de alışık olmadığım öğle uykularını tatmak. Güzelmiş...


Yaklaşık 1 ay sonrasında da asıl tatilimize çıktık. Biz şimdiye kadar tatilleri hep dedeler, anneanne veya babaanne ile yapmayı seçmiştik. Bu sene ilk kez çekirdek aile tatili yaptık. Meraklıydım gitmeden baya, tatil tatile benzeyecek miydi? Meğerse kızım çok büyümüş benim. Harika bir tatil yaptık beraber.Elbette yordu, yoruldu ama keyfimize diyecek yoktu. Daha nicelerine inşallah...







Tatilin ilk günü kahvaltımızı yaptık, 09:30 da deniz kenarındaydık. Rüzgardan denize giremedi kuzu ama dalgaların ıslattığı iskelede yürüyüş yaptı babasıyla. Heyecanlandı, şaşırdı, eğlendi, ıslandı ve yoruldu. Kuzu o şaşkınlıkla, bizi de fevkalade şaşırtarak saat 10:30da kucağımda uykuya dalıverdi.





Büyük otele gitmeyi hiç istememiştim aslında ama sonra rahat olur diyerek öyle bir otele gittik. Çocuk kulübü Ela'nın yeni sayılabilecek deneyimlerindendi. Zeynep Teyzesi'nin "bu çocuk okula hazır" tespitini haklı çıkarırcasına süper uyum sağladı. Kuralları kabullendi, görevli ablaların talimatlarına uydu, sıra bekledi, sabretti, paylaştı. Evet Zeynepçim, haklısın, Ela kuzu hazır. Baksana koca bir grupla maske bile yaptı. Ama içimdeki "dursun biraz daha evde" sesi daha baskın :)

Ve final. Bitti işte. THE END...

17 Temmuz 2012 Salı

"şimdi ve burada" olamamak, oldurulmak...


Gündüzler, geceler çok sıcak, hem de çok…
Kuzu geceleri uyanıyor, replikler gece gece o kadar çeşitli ki: “anne niye bu kadar sıcak?, sırtımı kaşı, popomu kaşı J, masal anlat, kitap oku, susadım….” Klima istemiyorum, Kapı, pencere her yer açık. Vantilatör çalıştırıyorum odasında korkarak. Ya uyanırsa, bu ses ne derse, -yapmaz ama- bana seslenmeden dokunmaya kalkarsa falan filan… İkide bir yanındayım bu yüzden.

1 haftalık tatilin ardından dün işe hiç gelmek istemedim. Tuhaf bir his vardı üzerimde, sanki yabancı bir yere gidiyor gibi, sanki aylardır uzaktaymışım gibi. Uzun sürmedi, birkaç saati içinde kolayca bildik, tanıdık telaşların içine düşüverdim. Öğleden sonra bırakın aylardır uzakta kalmayı, sanki hiç gitmemiş gibiydim. Güzel şeylerin izlerinin bu kadar kolay silinebilmesi ne kötü…


Dün bir şekilde bitti, bu sabah oldu. Bu sabah anne 08:30da şirkette olmak zorunda, yani 08:00de evden çıkmalı. Normal rutin içinde 08:30da evden çıkabildiği için bu durum biraz acele etmesi gerektiği anlamına geliyor. Anne acele etmek istiyor ama Ela istemiyor. Annesini 30 kişi bekliyormuş, geç kalmaması gerekiyormuş falan filan. Önemi var mı? Yok. Ela’ya bunun önemli olduğu anlatılabilir mi? Zor. Peki Ela’nın istediği ne? Allah aşkına ne olacak kuzunun istediği? Her sabaki rutinimizi istiyor. Biraz gevşek gevşek sohbet etmek, sarılmak, koklaşmak, sonra beraber kahvaltı etmek, mır mırlanmak, gülüşmek… Ama anne acele ediyor işte, Ela mır mırlanmaya çalıştıkça, “dur kızım, giyinmem lazım kızım, bi’dakka kızım”ları otomatiğe bağlanmışçasına söylüyor. İstediği ilgiyi bulamayıp umutsuzlaşan kuzu da artık zıvanadan çıkıyor, “başlarım senin işine de, acele etmene de” diyerek (tabi çok şükür ki bu şekilde ifade etmiyor henüz) yaygarayı basıyor. Anne kayıtsız kalamıyor, gözü saatte biraz teselli etmeye çalışıyor, olmuyor tabi. Kuzunun istediği göz göze, diz dize, sindire sindire birkaç dakika. Anne olayı hızlıca analiz ediyor; kuzuyu bu şekilde bırakmak ve 30 kişiyi 5-10dk bekletmek seçenekleri arasında tercihini kuzudan yana kullanıyor. Binbir güçlükle giymeyi başardığı gömleğini 07:55’de çıkarıyor, yatağa yatıyor, kuzu istediğini almaktan memnun ama biraz sitemkar üstüne yatıyor. Eller memelerde, kokluyor, öpüyor, mır mır, fıkır fıkır, kıkır kıkır derken 10 dk içinde sakinleşiyor. Annesini kaldırıyor, giyinmesine izin veriyor. Kahvaltı yapmadan çıkmak mümkün değil tabi ki. Rutini bozmamak için kahvaltı masasına oturuyor anne, yalandan birkaç lokma yiyor. Kuzuyla biraz daha sohbet derken 08:15 itibariyle içi kuzudan yana rahat ama işten yana gergin evden çıkıyor. Yolda sakinleşiyor, saat tam 08:35de konferans salonundan içeri girmeyi başarıyor. İnsanlar henüz yeni yerleşiyor, anne rahatlıyor. Makyajı yok, saçına bakma şansı olmamış ama fazla dert etmiyor. “Acele etmek bile bir lüks” diyor içinden. Birden sabahtan beri anı yaşadığı tek zaman diliminin o 10 dakika olduğunu farkediyor. Sonra kuzuya şükrediyor, “şimdi ve burada”dan uzaklaşmış anneyi, ne yapıp ne edip o ana döndürebildiği ve sabahki o 10 dakikayı kendisine hediye ettiği için. Teşekkürler kuzu…

22 Haziran 2012 Cuma

"suya koyar mısın?"

bugün hiç hesapta yokken bir konsere gittim. Aşık oldum. Ben Şevval Sam'a aşık oldum. Varlığından güç aldım. Yaydığı enerjiden heyecanlandım. Konserlerde hep sahnedeki o çok özel insana bu kadar yakın olmak ama yine de hiç bir 1-1 bağ kuramamak  bana hep tuhaf hissettirir. Bugün Açıkhava Tiyatrosunda 3000'den fazla insan vardı. Ve Şevval Sam neredeyse herkesin gözünün içine bakabildi. El sallayan kim varsa, hepsine içtenlikle karşılık verdi.  İlk kez seyirciyle bu kadar 1-1 iletişim kuran bir tarz gördüm. Etkilendim. Meğer o kalabalıkta görülmek ne güzelmiş. "Ben hepinizi tek tek görüyorum" dedi, doğruydu. İçtenliğini ve doğallığını hissetmek müthişti. Ve o kalabalığın içinde görüldüğünü bilmek...

Sonra bir an geldi, seyircilerden biri sahneye kırmızı bir gül attı. Gül yere düştü. Şevval Sam salınarak gitti, gülü yerden aldı. Şarkıya devam etti, gülü kokladı. Görevliye işaret etti. Gülü verdi, şarkının içinde hızlıca "suya koyar mısın?" deyiverdi ve şarkıya devam etti. Benim için o an durdu. "Suya koyar mısın?" sorusu, bu basit soru içimi nasıl kabarttı anlatamam. Onca şarkıdan, melodiden çok bu basit soru beni duygulandırdı. 3000 kişinin önünde sahne performansı yaparken, koparılmış bir gülün bir kaç saat fazla yaşamasını önemsemesi, bunu dünyanın en doğal işi gibi yapması, ne bileyim beni çok etkiledi. Tuhaf bir yalnızlık hissettim o an. Bunca hoyratlığın, zalimliğin, öfkenin içinde daha çok Şevval Sam'a ihtiyacımız var. Türkiye'de, Dünya'da. Çünkü daha çok sevgiye, birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var. Koparılan bir gülü bu kadar sevebilse herkes, yanındakine daha bir sıkı sarılmaz mı?


Bir de o çok sevdiğim Gül Güzeli meğerse O'nun şarkısıymış, ne güzel...
"...Uğruna döktüğüm gözyaşlarım için
Yağmurdan özür dilerim dilerim
Kuruttuğum kızıl gülleri alıp
Senin için senden geçerim geçerim..."




Son olarak Ayşem'e teşekkür etmem gerek. Kararlılıkla beni bu konsere getirdiği, zenginleştirdiği için... Felekten çaldığımız günler çok çok olsun :)

15 Mayıs 2012 Salı

Torun olmak ve anneanne ziyareti


Hiç torun olmadım ben, çok yabancıydım bu duyguya, hissedip sonradan kaybettiğim bir şey olmadığı için de ne bileyim hiç eksikliğini hissetmedim.
Ela gelince değişti bu durum. Anlamaya başladım. Anneanne ve babaannedeki heyecanı gördükçe, dedelerin her seferindeki sevinçli telaşlarını gördükçe ne özel bir şey olduğunu algılamaya başladım. Onlar için de, Ela için de çok seviniyorum. Tüm dileğim sağlık. Bu ilişkiyi doya doya yaşamaları.
Bu haftasonu da “Anneler Günü” vesilesiyle Anneanne’deydik. Ne heyecanlıydık. Sabah uyandı Ela, bana seslendi. “Aaaaanneeee” benden ses gelmeyince bir daha (o kadar seviyorum ki o seslenişini, bir kez daha duyayım diye özellikle bekliyorum :)
Dedi ki “hava aydınlanmış, artık anneanneye gidebilir miyiz?” “Tabii” cevabını alınca bir sevinç, bir heyecan.
Ve sonra gittik, topu topu 24 saate sığabileceği kadar şey sığdırdık ve döndük. Ela çokça çilek yedi, hem de kendi topladğı çilekleri :) sonra beklediğimiz üzere alerjik bir durum oldu. Ama önemsemedik.

 hamağı babaya verene kadar çok gözyaşı döktü önce. "Orası tam bana göre" "oraya babalar binemez" "Çocuklar biner" en keskin argümanlarıydı, sonra ne olduysa yumuşayıverdi, "hadi uyandıralım babayı" dedikçe biz "dur, dur, biraz daha uyusun" dedi, korudu babasını :)

 ve bir de bahçe suladık. Ama pek ciddiydik, eğlence için değil "yamın etmek" için suladı kızım bahçeyi :) Herhalde sulu aktiviteleri sevmeyen çocuk yoktur, değil mi?


 

Allah sağlık versin, böyle nice günlerimiz, anılarımız olsun...

5 Mayıs 2012 Cumartesi

hayır olsun...

sabah daha altı olmamıştı
uyandım
derdim internetten rüya tabirlerine bakmak, sonra da yatmaktı
rüya tabirlerine baktım ama yatmadım :)
nasıl bir gece oldu bu? vallahi yorulmuşum gördüğüm rüyalardan
kafamı en çok karıştıran da Ela'yla ilgili olan olde. Kızımın dayısı kulaklarını deliyormuş  Ela'nın. Nereden icap ettiyse? Bir kulağını deliverdi kaşla göz arasında ve Ela farketmefdi bile. Sonra ucu küt, başı topuz iğneden kalınca uzun bir şey taktı kulağına. Ela'nın keyfi iyiydi gayet. Fakat ikinci kulağı delemedi. Ela'nın canı acıdı herhalde, izin vermedi. Sonra işyerinden başka bir arkadaşı gördüm, o delmeye çalışıyor diğer kulağı. Ben müdahale ediyor muyum hatırlamıyorum. Sonra ben dışardan geliyorum, o sırada bir çatalla kulağı delmeyi becerdiğini görüyorum. İçimden "nasıl ya, napıyor bu?" diyorum. Yanlarına gittiğimde Ela'nın keyfi yerinde ama kulak memesi zarar görmüş. İçim fena oldu, sonra uyandım herhalde.
Nedir şimdi bu? Rüya tabirlerine göre "sevinç ve ferah" falanmış, çok şükür. iyi bir şey ya, inanmak istiyorum :) tabi çocuğunu ihmal ettiğini düşünen bir annenin bilinç altı yansıması olduğunu düşünmek de pek mümkün...
Bu arada kulak deldirmenin benim için ne olduğu da yorum için önemli  bence. Ben kulağımı deldirdiğimde üniversitedeydim. Babam kendi karar versin demiş, Allah'tan böyle bir işe girişmemişler. Hiç hevesim de olmadı o zamana kadar. Şimdi de ne zaman küçük bir bebek ya da çocuğun kulağında küpe görsem üzüntü hissederim.
hayır olsun...
kuzu uyandı, gün başlıyor...

16 Nisan 2012 Pazartesi

atamıyorum kardeşim...

aslında atmayı, şöyle bir hafiflemeyi çok istiyorum. istiyorum ki az eşyam olsun, kullanmadığım, unuttuğum eşyalarım olmasın. gayretliyim. en son taşınırken baya da hafifledim diyebilirim. ama gidecek çok yolum var. hala, evde - toplasam koca bir kutu eder herhalde - ne işe yaradığını bilmediğim kablolar, içinde ne olduğunu bilmediğim CDler, boş CD kapakları, küçük defterler, bitmiş kalemler geliyor elime açtığım çekmecelerde. dün kitaplığın içinde boşaltmayı hedeflediğim bir kaç kutu vardı. işe giriştim. bende fazlalık olduğunu hissettiğim şeyleri şu şekilde tanımlıyorum "varlığını unuttuğum, asla ihtiyaç duyup aramayacağım ya da çok nadir ihtiyaç duyabileceğim, elime geçince de bulduğuna acaip sevinmediğim herşey" bunları da birkaç kategoriye ayırabilirim eğer kendimi zorlarsam; mesela:
1) oradan buradan birşekilde elime geçmiş ihtiyaç duymadığım küçük eşantiyonlar. Mesela araba güneşliği, kartvizitlik ya da anahtarlık gibi
2) neye ait olduğunu anlamadığım kablolar, bitmiş olduğunu tahmin ettiğim ama emin de olamadığım piller
3) en zoru hatıra olsun diye topladıklarım, sakladıklarım. Sinema, tiyatro, otobüs, uçak biletleri, herhangi bir yere ait bir broşür, katalog, eski davetiyeler, ta seneler öncesinden arkadaşlarımın vesikalıkları (niyeyse öyle bir adet vardı ya, hala var mı bilmiyorum, sevdiğin birisi vesikalık çektirince mutlaka bir tane alırsın. eskiden bu telefonlar icat edilmeden cüzdanda taşırdım bu fotoğrafları ama şimdi ne gerek var, ve hangi birini.)
4) çerçeveler, hele de yıllar öncesinden sana hediye edilmiş, çok sevdiğin insanlarla çekilmiş, çervelenmiş fotoğraflar. Evlenmeden evimde çok vardı o tür fotoğraflar, evlenince ister istemez çift konseptine dönmüş olduk tabi, onlara yer bulamıyorum.

Aslında bunu yazınca bu 4 maddenin de temelde 2 madde olduğunu görüyorum. "Hatıralar" ve "ya ihtiyacım olursa" dediklerim. Hatıralara fazlalık diyemiyorum. Onlar benim ve benim kalacak. Birkaç küçük kutu onları toplar nasılsa. Yok yok, ayrılmak istemiyorum onlardan.
Ama ilk iki grupta olanlardan kurtulacağım ivedilikle. "Ya ihtiyacım olursa" diyorum, "bir gün lazım olur", Olmamış işte kardeşim. Rahat ol, rahat bırak onları da :)
Karar vermiş gibiyim, haydi hayırlısı :))

15 Mart 2012 Perşembe

içimdeki grilik, gariplik...


"bir hayalin peşinde"ydi aslında yazmak istediğim yazının adı. Ama şu an o kadar farklı bir duygu hakim ki içime, bana nicedir uğramayan bu duyguyu yazmak istiyorum. Bu duygunun adı "gariplik". Yani insanın kendini "garip" hissetmesi ama ilginç, tuhaf anlamında değil; garip işte. Hafif hüzünlü, biraz eksik. işte öyle...
Üniversiteye başlamadan, yani yuvadan ayrılmadan önce bunu hissetmiş miydim hatırlamıyorum. Ama bunu en belirgin yaşadığım yer orası. Daha çok da başları. Üniversiteye gideceğim ilk gün sabahın kör vakti kalkıp, kahvaltı salonuna gitmiştim. Benden başka, sadece "bu kız ne yapıyor bu saatte burada" diyen görevliler vardı. Soğuk salonda donmuş tereyağın ekmeğe sürülemediğini hatırlıyorum ve o lokmaların ağzımda nasıl büyüdüğünü, bir türlü yutamadığımı. Bu bir ait olamama hissi sanki, biraz güvende hissetmeme hali.
Sonra haftasonları eve gelirdim, ilk yıl özellikle pek sık. Pazar günleri, dönüş günleriydi, sevmezdim. Hava kararırken saat 6ya doğru diyelim-Ece Temelkuran'ın tabiriyle Eflatun Vakti-, genelde yolda olurdum. Evlerde yavaş yavaş yanmaya başlayan ışıklar işte şimdiki gibi garip hissettirirdi bana. Herkes evinde, bense değilim diye herhalde.
Şimdi de İtalya'dayım. Bir hayalin peşindeyim. Kimse beni zorlamadı, hatta burada olabildiğim için şanslıyım. Etrafımdaki herkes, ailem, arkadaşlarım ne çok destek çıktılar bana. Ama burada, bu küçük ve gösterişsiz otel odasında, bu tanıdık his geldi çöreklendi işte içime. Dışarda kafama uygun bir şey bulup yiyemedim, sokaklarda olmak istemedim. Yemeğimi odaya getirdim. Onu da yiyemedim doğru dürüst, lokmalar büyüdükçe büyüdü. İyi ki bu internet var. Bir süre uyuşturdum kendimi. Ordan oraya gezdim. Komik videolarla aklımı dağıttım. Ama içimdeki gri rengi atamadım. Bu akşam rengim gri.
Bir kadın anne olduğunda tamamlanır diye okumuştum bir yerde. Çok hak veriyorum. Ela'yla bu hissi hiç yaşamadım. İlk ayrılığımız değil ama O'nu da çok özledim. Sokakta hep Ela yaşındakilere takıldı gözlerim. İçim titredi. Kendimi internetle uyuşturdum demiştim ya; Youtube sayfayı açınca alışkanlıktan karşıma kuzunun sevdiği Pepee'leri getiriverdi. İçim fena oldu. Seyredemedim.
Sonra hasret çekenleri düşündüm. Hapistekileri, bu hisle nasıl başa çıktıklarını düşündüm. Hasret sona erecek mi sorusunun cevabını bilmemek nasıl bir şey? Düşündüm ama bir yere varamadım...

23 Şubat 2012 Perşembe

Yeni alışkanlıklar

yeni bir düzenimiz oluyor, yavaş yavaş ama sanki biraz da zorlanarak. Meme dar zamanlarımızda dokunarak rahatladığımız; ara sıra sarılıp, öpüp, kokladığımız, hasret giderdiğimiz, hoş tutmak istediğimiz eski bir dost gibi.

Gece uykularımız daha kesintisiz. Her gece en az iki kez uyanıyordu Ela emdiği dönemlerde. Şimdi çoğunlukla deliksiz bir gece uykusu uyuyor ya da en fazla 1 kez uyanıyor. 2 senedir deliksiz uyuduğu geceler bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar olan benim için bu durum hayli sevindirici.

Bununla beraber zorlandığımız ve henüz bir rutine oturtamadığımız konu ise uykuya geçiş. Bu konuda ikimiz de ya da babamızı da sayalım üçümüz de acemiyiz. Kuzunun gündüz uykuları problemsiz. Yatakta ya da kucakta sırta iki pı pıt'la uykuya dalıyor. Bizim uzmanlık alanımız ise meme ile uykuya dalmak. Dolayısıyla meme olmayınca şaşkınız. Yeni bir rutin oluşturmamız lazım. Kafamda bunu bir plana da döktüm ama..."Ama"sı ne biliyor musunuz? Yorgunum, vallahi takatim yok. Uyumaya niyetlenmemiz saat 21:00 gibi oluyor, uykuya dalışımız ise 22:30dan önce değil. Dün gece ben bir şekilde sızdım, dayanamamışım, Eloş'la babası suluboya, patates baskısı gibi sanatsal aktiviteler yapmışlar gecenin 10unda. Ve sonra 23:00 gibiydi herhalde Eloş yanımda mızmızlayarak uykuya daldı. Huzurlu bir uykuya dalış olmadı. Buna, kendi halime ve aslında bu düzensizliğin geneline canım sıkılıyor. Biraz güç toplamam lazım, gördüğüm kadarıyla bu düzen kendi kendine oturmayacak.
Aslında bu durumu bekliyordum, beklemediğim birşeyle karşılaşmış ve şaşırmış değilim. Bu yazıyı da bugünler için yazmıştım. Yani "keşke uyku olayına başta bir çözüm bulsaydım, şimdi sıkıntı çekmeseydi kuzu" diyeceğimi bildiğim için, bunu dediğimde o anların tadını tekrar hatırlamak ve gülümsemek için...

Yazıyı "su akar yolunu bulur" diye bitirmişim geçen sefer. Bu da kendini tekrarlayan bir senaryo mu acaba, ya da benim oyunlarımdan biri mi? Yani bir düzen oturtacağım diye uğraşmak, denemek, kafa yormak sonra herşeyi doğaya bırakmak. Şu anda seçimlerimden biri bu duruma müdahale etmemek de olabilir, yani akışa bırakmak. Bu, yukarda bahsi geçen yazıyı yazmadan önce de seçimlerimden biri olabilirmiş, olmamış. Acaba şimdi de bunu, ben mi seçmiyorum?

7 Şubat 2012 Salı

Meme Bırakma Günlüğü - 3

Meme bırakmanın bendeki ilk etkisi başlarda hayli, şimdilerde biraz daha gevşemiş bir fiziksel acı. "Gevşemiş bir acı" tabiri ilginç oldu ama herhalde benzer durumu yaşamış olanlara tanıdık gelmiştir. Bu durum tam olarak çözülmüş değil. Hatta sol taraf bu gece baya sıkıntı veriyor. Yarın belki doktoru aramak iyi olabilir.
Onun dışında psikolojik olarak hissettiğim şey özgürlük hissi. Eloş memelere yattığında, dokunmak istediğinde hissetmeyi beklediğim o üzüntüyü hissetmiyorum. Tuhaf ama bu bana iyi hissettiriyor. Yani üzülmemek. 25 ay dolu dolu yaşadık. şimdi özgürleşme zamanı. Onun için de, benim için de. Ve çok büyük bir değişiklik yaşamımızda. Bu benim için ne kadar hayati bir konu ki, şu bir haftada alakasız insanlara "biz de memeyi bıraktık" cümlesini kurarken buldum kendimi. Onlara ne, değil mi? Ama yok, çıkıveriyor ağzımdan :)
Hayatım değişiyor ve sanki biraz da normalleşiyor sanki. Geçen C.tesi ilk kez bir kadeh şarap içtim evde. Pek keyifliydi. Sonra emzirme atletlerini bıraktım. Haftasonları bu iç aksamdan dolayı gönlümce bir şeyler giyemiyordum. Otomatiğe bağlamış gibi üzerime geçirdiğim, bol olmasına dikkat ettiğim kıyafetim vardı. Yine bu haftasonu ilk kez bayadır giymediğim birşeyler giydim. Ela şaşırdı. "Anne, bu ne?" dedi. "Kazak" dedim. Güldü, "mana da ay" dedi. :)

Şu sıra beni kaygılandıran şey uyku düzeni. Ben evde olduğumda uykuya dalamıyor kuzu. Gündüz hiç sorun yok. Ama en geç, 09:00 - 09:30 olan uyku saatimiz kaydı. Araba olayına da girmek istemediğim için evde artık iyice guardı düşene kadar bekliyor. Saat 10:30 - 11:00 gibi uyudu bu hafta. Bu da tabi çok geç. Hem o az uyumuş oluyor, hem de benim takatim kalmıyor. Yarın annemler de gidiyor. Bakalım bu işi nasıl çözeceğiz.

Herşeye rağmen mutluyum. Bu kadar süre bu ilişkiyi yaşayabildik diye. O günler de acısıyla, - gözlerim yaşarırdı o meme başı çatlaklarının acısından, biriken sütlerin verdiği dayanması zor acıdan - tatlısıyla -sütüm kesiliyor diye telaşa kapılıp nefret ettiğim tahin helvalardan ne çok yemiştim :) çok güzeldi. Özlüyorum ama mutluyum. Durumum budur...

Meme Bırakma Günlüğü - 2

Bugün 9. gün, iyiden iyiye bıraktık.
3. geceden korktuğumu yazmışım son yazıda; korktuğum gibi olmadı. Hatta ben sabah 07.00de kalktım. Ela'nın uyuduğunu görünceçok sevindim. "Hiç uyanmadı, değil mi anne?" deyince, annemin gece 3ten beri kuzunun başında olduğunu öğrendim. Aslında uyanmamış ama mızı mızıl yapıp uyanmaya yeltenmiş, hafif pış pışlarla tekrar uykuya dalmış. Böyle böyle sabahı etmiş.

4.5.6. geceler birbirine benzer, hafif uyanmalı, ama çok krizli değildi. Uyandığında güzel kuzu meme arıyor. 2 yıllık, koskoca bir alışkanlık. Nasıl aramasın? Ama ilginç olan ilk günlerdeki gibi emmeye yeltenmiyor. Eliyle arıyor, buluyor, onları hissederek dalmaya çalışıyor. Ama malesef dalması her seferinde kolay olmuyor.

Örnğin 7. gecemiz zor oldu. Saat 5'te uyandı. Yanına yattım, memelere yakın olsa da huzur bulamadı kuzu. Mızmızlanmalar, hafif ağlamalar, mır mır mır konuşmalar, olmadı. Uyandı. Daha doğrusu biz konuşarak uyanmasını sağladık. Uykudan başını kaldırınca neşesi hemen yerine geldi. Bıdır bıdır konuşmaya başladı. Ela'nın gündüzü ve gecesi o kadar farklı ki. Durumunu tabi anlıyoruz ama bu kadar mı fark olur? Gerçi düşününce kuzumuzun öyle sakın, uysalbir çocuk olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla gece bu kimliğinin farklı bir yönünü görüyor olabiliriz. Amaan kuzunun canı sıkkın işte :) Oydu, buydu düşünmeye gerek yok. Zaman herşeyin ilacı değil bence, ama bu konuda bize yardımı dokunuyor. Zamanın geçmesi bize iyi geliyor. Umutluyum...

30 Ocak 2012 Pazartesi

meme bırakma günlüğü-1

ilk önce yaklaşan ayrılık zamanı biraz hüzün yaratmıştı. karar vermek zor görünüyordu. Burada anlatmıştım. Sonra aylar geçti, sular duruldu. Karar kendi kendine oluştu. Karar vermek rahatlatıcıydı.
İlk an: memeyi aldı, 1 haftadır konuştuğumuz şeyi hatırladı. "Annecim, sütün tadı iyi mi?" dedim, ağzını buruşturdu "anne, süt ajı" dedi. Yüzünde üzüntüden çok yeni bir oyuna dahil olmanın merakı vardı. sonra konuşmalar, gülüşmeler. Ve hemen bardakta sunulan 1 bardak süt. Günün geri kalanı çok sıkıntılı değildi. Annemin de destek kuvvet olarak gelmesiyle iyi vakit geçirdik. memenin eksikliğini hissetmedik
ilk gece: kolay değildi. bir kere memeyle uyumayı alışkanlık edinmiş kuzunun uykusu bir türlü gelemedi. yani o öyle zannetti. her teşebbüsümüz "uykum yoook" nidasıyla püskürtüldü. babamız sonunda anneanneyle beraber eloş'u arabaya bindirdi, 2 dakika sonra uyutarak getirdi
saat 4te uyandı Ela. 10 dk kadar ağlamasına hiç birimiz çare olamadık. sonrasında bir Atakan hikayesi imdadımıza yetişti. ne anlattım hatırlamıyorum ama sakinleşti fakat uyuyamadı. Gece 4 ve 6 arası anneanneyle vakit geçirdiler. anneciğim, herhalde gelmese şu an çoktan dağılmış olurdum. saat 6da benim yanıma yatıp, uyuyabildi.
2.gün: sıkıntılı değildi. memelerle yakın olma ihtiyacı vardı ama sıkıntı çıkarmadı. Onları sevdi, öptü, kokladı gün boyunca. Ara sıra "emiyim" dedi ama sonra vazgeçti.
ve çok seyrek de olsa memeleri severken, "pis meme" "git" diyerek kızdı onlara. Çok zor gerçekten. henüz 2 yaşında ama iç çatışmalar yaşıyor kuzucuk.
2.gece: daha zordu. bu sefer 2.30da uyandı ve sanki daha çok ağladı. Resmen bir kriz gibiydi. Bir ara gerçekten çok çaresiz hissettim kendimi. Sürekli kucağımda durdu. Ne diller döktüm, neler teklif ettim, kar etmedi. ah güzel kızım, memeler olmayınca sakinleşemedi. sonra bir şekilde dayanamayıp kucağımda bir tilki uykusuna yattı. uzunca bir süre kucağımda uyudu ve sonra sabaha dek anneannesinin refakatinde uyudu. 2. gece kesinlikle 1.den zordu

Bugün zaten işteydim. Geldiğimde de üzerime ve memelere atlama durumu olmadı. Tabi ki konuştuk. Memelerin acı olduğundan, çocuklar büyüyünce annelerin sütünün acıdığından. Sonra da tanıdığımız tüm emmeyen çocukların adlarını sayıyoruz. Hepsinin annesinin sütü acı oldu diye. Yalnız hissetmesin kendini kuzucuk

Şimdi 3. gecemize başlayacağım. Ne yalan söyleyeyim, korkuyorum. İnşallah dünden daha iyi olur.uykuya dalışı yine kndiliğinden olamadı. Dışarı çıkarıldı. Arabada uyuttu babası. Bu durum beni hayli tedirgin ediyor ama bu bir geçiş dönemi diyorum. Şu meme defterini kapatalım. Uykumuzu da hallederiz.

Hayırlısı bakalım...

karar

2 yaş gözümde milattı. 2 yaşına kadar gönül rahatlığıyla emzirecek sonra da güzel güzel, konuşa konuşa bırakacaktık. Burada bahsettiğim gibi 2 yaşını doldurduktan sonra gönülsüz de olsa bırakacağımız belliydi. Gönülsüzlük durumu 2 yaşını doldurduktan sonra 1 ay daha devam etmemizi sağladı. Bu arada da bende tuhaf bir his oluştu. Sanki gizli bir şey yapıyor, bir suç işliyormuşuz gibi. "Aaa, hala emziriyor musun?" lar, "Hadi canım, sadece geceleri di mi"'ler, "n'aptın, artık bırakmanız lazım"lar etraftan sıkça kulağıma ilişince kendimin farkına varmasan sanki gizleyecektim Eloş'un emdiğini. Bu yaklaşımlara 2 yaşına doğru da rastlamıştım. O zaman kafamda "2 yaşına kadar emecek, sonra bırakacağız" gibi bir plan olduğundan fazla ciddiye almıyordum ama bu son 1 ayda - Eloş 2 yaşını da doldurmuş olunca- bu sosyal baskı beni hayli rahatsız etti.

Bu kararı kendim vermeliydim, bunu çok net biliyordum. çünkü emzirmeyi seviyorum, ne yapayım. Sonunda, son 1 ayda Ela'nın ve haliyle benim, hayli bölük pörçük gece uykularının da süreci hızlandırmasıyla karar verdim. Artık bırakacağız. Yöntem olarak prensipte çok desteklemediğim bir yöntem seçtim. Şu tırnak yememek için kullanılan tırnak cilaları var ya, onlardan süreceğim. 1 haftadır Ela'yla her fırsatta annesinin sütünün yakında acı olacağı ve Ela'nın bardakta süt içeceğini konuşuyoruz. Bunu gayet net kavradı gibi hissediyorum.
Artık bırakıyoruz,
vicdanım rahat
yeni hayatımız için sabırsızlanıyorum...

1 Ocak 2012 Pazar

hem büyük değil, hem küçük

Herhalde bir ayı geçmiştir, bir arkadaşımla karşılaştım. Çocukların arası çok az. Konu elbette dakikasında çocuklara geldi. Konuşma gayet iyi niyetli gelişiyor. Ama bu “seninkini nasıl, şunu yapıyor mu? Bunu yapıyor mu? Soruları içimi sıkıyor. Bu tanıdık iç sıkışıklığını yuvarlak cevaplarla geçiştirip, vedalaşıyorum.
Bu sohbetin aklımda yer etmesinin, sonrasından da bu postun girişi olmasının sebebi ise arkadaşımla vedalaştıktan sonraki düşüncelerim. Bir taraftan kendi kendime bu tür sohbetlerden ne kadar sıkıldığımı düşündüm, sonuçta her çocuğun gelişimi kendine özeldi, bu işlerin bir kuralı yoktu falan falan; ama işin ilginç yanı bunları bilmeme rağmen bir taraftan da “bizimki neden hala tam konuşamıyor, baksana onlarınki baya cümle kuruyormuş” dedim. Bu annelik tecrübemde sıklıkla yaşadığım bir durum. Yani bilmek ama bunun bir faydasının olmaması. Duyguların aklı sıklıkla esir alması durumu.

İşte bu karşılaşmanın ardından herhalde 2 ay geçti. Bu 2 ayda her şey değişiverdi. Artık 1 aydır neredeyse sohbet edebildiğimiz bir Ela var evde. O gün söyleyebildiği en uzun cümle“men düştüm” “men yedim” “menim annem” den ibaretken, şimdi dilinin döndüğü her yeni kelimeyle, nerden duyup aklına yazdığını anlamadığımız her ifadesiyle müthiş eğlenceli bir dönem geçiriyoruz.

Bir sabah çoraplarını giydireceğim, elindeki çorabın tekinin olmadığını fark etti
- Munun teki yok anne
teki demeyi nerden öğrendin Allah aşkına?
- Öyle mi, nerde annecim teki?
- Men u’ğuttum heyalde
unuttum mu, herhalde mi?...

Bir alışveriş merkezinin çocuklara özel tuvaletini görünce heyecanlanıyor.
- anne, bak, hem büyük değil, hem küçük
ben bu cümlenin şaşkınlığını atamamışken ikinci cümle geliyor
- tam bana göye

Bir de düşünmesi var, Nerden öğrendi, nasıl oldu anlayamadım, bir sorunun cevabını baya büyük insan gibi düşüyor “ııııı, şey” diyor ve konuşmaya başlıyor. “şey” demeyi nasıl öğrendi, gerçekten anlayamıyorum.

yazarken farkettim ki bir sürü beni gülümseten anı unutmuşum bile. Onun hızına benim yazma hızım yetişmiyor. Hızlanmalıyım...