13 Ağustos 2015 Perşembe

bir cuma gününün ardından

İnsan kendi çocuğundan korkar mı?

Ben korkuyordum. Sonra bir Pazar gününü Ela ile geçirdikten sonra anlamıştım.

Bir Cuma gününü kızçelerle yalnız geçirdikten sonra bir kez daha anladım. Geldiğim nokta aynı; ne kadar güzel koşullar yaratmış olursak olalım 3 yaşına kadar bir çocuğa annesi lazım! nokta!

Okullar iki gündür kar tatili yapıyordu. Kızlar günleri evde teyzeleriyle geçirdi. Cuma okullar açıldı ama teyzemiz rahatsızlandı. Ben de bunu fırsat bilerek Ela'yı da okula göndermedim. Tek çocukla tüm gün yalnız harika geçmişti; bakalım iki çocukla nasıl olacaktı?

Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Çok hoş oldu, tadından yenmedi. Fıstıkları içinden taşan, şerbeti kıvamında bir baklava dilimi gibi, sıcak bir günde sunulan ev yapımı limonata gibi..

Yine sabahın köründe kalktık. Saat 09:30a kadar özellikle Alya bana yapışıktı. Sonra kahvaltı yaptık. Ve sanırım kahvaltıdan sonra Alya gitmeyeceğimi anladı.
Belki çok uzun süredir ilk kez ben mutfakta kahvaltıyı toplarken kızlar salonda beraber vakit geçirdi. Sakin, sessiz. Bu o kadar şaşırtıcıydı ki benim için kaç kez salona geldim, gittim; "bir şey mi oldu yoksa?" diye.

Dışarısı soğuk, yerler buzluydu. Yine de iki kez dışarı çıktık, gezdik, dolaştık. Ela müthiş işbirlikçi, Alya ise hem neşeli, hem sakindi. Gün içinde sadece 2 kriz yaşadık. Biri Ela'nın saçını onun istediği gibi yapamadığım için, diğeri ise 2. gezmemiz sonunda Alya'nın bir türlü eve girmek istemeyişi yüzünden. Ve iki kriz de işten eve geldiğimde yaşadıklarımızdan daha uzun ve şiddetli değildi.

Biz böyle uzun aralar ayrı kalınca birbirimize karşı pratiğimizi yitiriyoruz. Çocuklar annelerine, anneler de çocuklarına acemileşiyor. "Yabancılaşıyor" demek de geçiyor aklımdan ama çok ağır; diyemiyorum

Sonuçta durum aynıydı. Çocuklar tüm günde alması gerekeni, akşam 2 saate sığdırmaya çalışınca işler kilit oluyor. Birine yetemeyen zaman, ikisine hiç yetmiyor. Ve bir telaşla, annenin kolu bir tarafa, bacağı bir tarafa çekile çekile, koştura koştura bağlanıyor akşamlar geceye. Üstüne şerbet boca edilmiş, fıstığının tadı alınamayan bir baklava dilimi gibi yenmesi zor, üşürken eline tutuşturulmuş soğuk bir limonata gibi zamansız...


P.S: Bu yazı da Şubat 2015'ten. Küçük düzeltmeler yapabilmek için yayınlanmamış. Tam 6 ay sonra üzerinde tek harf değiştirmeden yayınlıyorum. Ah bu benim iyimserliğim ...





12 Ağustos 2015 Çarşamba

ters köşe

Anneliği ikinci kez yaşamak değişik bir deneyim. İster istemez ilk çocukta yaşadıklarını referans alıyorsun. "aman efendim çocuklar asla kıyaslanmamalı, her çocuğun farklı bir gelişim eğrisi vardır, bıdı bıdı" tabi ki doğru bir tespit, benim de zaman zaman bu cümleyi kurduğum olmuştur başkalarına. Ama Alya büyürken, bu cümle beni hiç rahatlatmıyor. Bugünlerde aşağıdaki iki konu benim için oldukça sıcak.

Ela bezi bıraktığında 20 aylıktı. Alya 25 aylık, bezi bırakamadık.
Ela 2 yaşına geldiğinde "ben geldim, gittim, oturdum, yoruldum..." gibi basit cümleler kurardı. Sonrasındaki birkaç ayda baya konuşmaya başlamıştı. Alya şu anda sadece 11 kelimeyle hayatını sürdürüyor. Hangileri olduğunu kayda geçirelim, Alya kuzu büyüyüp bu yazıyı okuduğunda merakta kalmasın :)
Anne, baba, anneanne, dede, abba, hu(su), vavvav (köpek), gağga(karga), gaga(kaka), ciş (çiş), mama bir de aa(al) ve le(gel) var, kelimeden sayılır mı bilmem.

Bunun yanında konuşamıyorum diye bir köşede oturmuyor elbette kuzu. Hayatım tam içinde, göbeğinde. Her dediğini anlatabiliyor. Mutlaka. Bu konuşma konusu kafamı çok kurcalıyor. Yarın bir pedagoğa gideceğiz. Merak ediyorum neler diyeceğini. Umuyorum "her dediğini anlıyorsunuz, o nedenle konuşmasına gerek kalmıyor" cümlesini kurmaz. Bu cümlenin kesinlikle bu süreci hiç yaşamamış kişilerce kurulan bir ezber olduğunu düşünüyorum. Anlamamayı, Alya'nın işlerini zorlaştırmayı denedik. Ama bu zaten "sabırsız" bir kişilik olan Alya'yı daha da sabırsızlandırdı, sinirlendirdi. Başka bir fayda görmedim. Ağzından çıkaramadığı kelimeyi çıkartmasını sağlamadı. Bazı sesleri hiç duymuyorum. Mesela "sss", mesela "tt", mesela "pp". Ben bu durumu baya sıkıntılı görüyorum. Çünkü her ne kadar hayatın içinde olsa da mesela kitap okuyamıyoruz. Karşılıklı etkileşimimiz sınırlı oluyor. Anlatmak istediğini anlatamaması bence onu ruhsal olarak da çok zorluyor. Bu süreci hızlandırmaya ihtiyacımız var.

Bez meselesi ise yine benim ters köşe olduğum bir konu. Zaten ikinci çocuğun anneye öğrettiği en büyük şey "tükürdüğünü itinayla yalatmak". Haddin olmadan kurduğun tüm cümleleri bir bir hatırlatıyor sana. Çok ukalalık ettim ben bez konusunda "2 yaş çocukların bunu başarabileceği bir yaş" "Bezi atın, çocuk biraz altına yapsın, o kası nasıl kullanacağını çocuk 3-4 haftada öğrenir" Sen misin bunu diyen; Alya tam 6 hafta altı açık dolaştı. Başlangıçta çok güzeldi. Altına yapıyordu, biz arkasında dolaşıp temizliyorduk. Bu zaten bizce normal süreçti, rahattık. Bu hafta olacak, bu hafta olacak derken 6 hafta geçti. Sonra Alya, boşverin ya ben şimdi rahatım bezle" der gibi gidip gidip bezini getirmeye başladı elimize. Tatilde biraz karıştı trafik. Bazen taktık bazen takmadık. 3 hafta sonra eve dönünce tekrar çıkardık bezi. Şimdi kesin olur dedik. 3 hafta oldu, artık bizden habersiz bir yere çiş yaparsa zahmet edip onu da söylememeye başladı. Sanırım bir süre daha ara vereceğiz.
Gerçi teoride zehir gibi. Çişini yere yaptıktan sonra tuvalete oturmak istiyor. Güya çiş yapıyor, altını sildirip, sifonu çekiyor. Kakayı bu yazıya hiç karıştırmayalım, keyfimiz kaçmasın :)

Bakalım geçen günler neler gösterecek, elbet Alya bir zaman konuşacak, bezi bırakacak, derdimiz bu olsun ey hayat!







22 Nisan 2015 Çarşamba

Bir sor niye yazmadın diye

Güzel kuzum Alya; bir baktım da yazmamışım aylardır. Üzüldüm, geçiyor günler ben kayda alamadan. Oysa ne muhteşem seninle, sizinle her gün, bir bilsen. Ablan büyürken daha sık yazmışım, sen de farkedeceksin. Nedenini de merak edersin belki; bak anlatayım:
Kuzum; benim yazı yazabildiğim tek zaman dilimi şu saatler. Ve ben nicedir şu saatleri seninle geçirir oldum. Böyle olunca benim dengem şaştı. Bizim alıştığımız düzende evdeki çocuk en geç 20:30da uyur. Sonrasında da anne-baba biraz dinlenir, biraz çalışır, konuşur, bir şeyler okur, çay içer, falan filan. Alya kuzum bazen uyuman saat 22:00yi buluyor. Bu saat neredeyse benim uyku saatim. her çocuğun aynı olmadığını biliyorum, her birinin içinde başka bir ritm olduğunu biliyorum ama bilmek yetmiyor. Sen saat 21:00de hala uyumamışsan canım sıkılıyor. Bu da beni olması gerektiğinden çok yoruyor.

Saat 20:30 - 21:00 arası uyku için hazırlanmaya başlıyoruz. Uykuya hazırlık sorumuz: "Kim diş fırçalayacak?" ve sen "Aayaaaa" diyorsun sevinç ve hevesle. Sonra ablanla beraber dişlerinizi fırçalıyorsunuz. Sen lavabonun kenarında ayakta, o tabure üzerinde. Ablan ne yaparsa aynısını yapıyorsun. O kadar eğlenceli ki sizi izlemek. Henüz ağzını çalkalayamıyorsun. Ablan gibi ağzına suyu alıyorsun, bir güzel yutuyorsun ardından da lavaboya tükürür gibi bir hareket. O tükürme hareketinin hastasıyız babanla. O anları da çekemiyoruz be kuzum. Telefonu elime aldığım an üstüme atlıyorsun. ama denemelerimiz sürecek. İnşallah şu anlattığımın görüntüsünü de izlersin büyüdüğünde. Sonra pijama giyme faslı. İşler yolunda gittiğinde bu aşamaları hızlı geçiyoruz. Ve sonra karmaşık kısım geliyor. Ablan yatağına yatıyor, sen onu asla yatağında bırakıp odana geçmiyorsun. Ya onun yanında yatacaksın, ya da onu da alıp senin yatağına gideceğiz. Ablan o saatlerde harika. sana kıyamıyor, gönlünü yapıyor. Genelde senin yatağında hep beraber yatıyoruz. Sonra ablan (eğer sen rahat verirsen) hemen uykuya dalıyor. Bazen rahat vermiyorsun ona da. Geçenlerde "Alya,n'olur dur bari yarım saat uyuyayım" dedi, güldürdü bizi. Rahat edemeyince yatağına gitti ama senden kurtulamadı. Onu geri döndürmek için çok ağladın ama onun artık dayanacak gücü kalmamıştı.

Ve sonra kuzum, salona geliyorsun. Kim bilir belki de bizimle vakit geçirmeye ihtiyacın var. Kendine değişik oyunlar buluyorsun, kendince eğleniyorsun, bizi eğlendiriyorsun, yanımızda olmaktan son derece mutlu, uyumamak için uğraşıyorsun. Şu ara uyguladığımız taktik şu: Ters psikoloji sende de işe yarıyor baya. "Hayır Alya, babana gitme, babayla dışarıdaki köpekler bakma" diyorum. Ve sen koşa koşa, güle güle babanın kucağına gidiyorsun, dışarıdaki köpeklere bakmaya. Sonrası 5-10 dk. çoğu zaman babanın kucağında uykuya dalıyorsun. Ya da kötü ihtimalle uykuya dalarken aklın başına geliyor, beni istiyorsun, birlikte uyuyoruz.

Yani anlayacağın bu ara durumlar karışık. Düzene sokamadık uyku meselesini. Üstüne üstlük geçtiğimiz ay emziği bıraktık. Sıra da meme var. İkimizin de vedalaşma vakti geliyor. sonra bir ara bezi bırakacağız. Yavaş yavaş özgürleşeceğiz...

Alya demek sıcaklık demek. Boyun küçücük ama kalplerimizde kapladığın yer öyle büyük ki. Her gün yeniden aşık oluyoruz sana. İyi ki geldin be kuşum :)




P.S: Bu yazı aylar önce yazılmış ve yayınlanmamış. Emziğin yeni bırakıldığı, memenin hayatımızda olduğu günler. Tahminen Mart 2015. Zira memeyi 28 Nisan günü bıraktın kuzum. Hikayesini inşallah anlatırım yine bu blogta.